Bu günden 15 sene geriye bakınca, İnternet sektöründe Facebook, Youtube ve Twitter gibi – şimdilerde internet trafiğini elinde bulunduran – popüler web sayfalarının dahi henüz hayatta olmadığını görebiliyoruz. İnternet’in Almanya’sı diyebileceğimiz Google’ın yayına geçme tarihi 1996. Her şey o kadar yeni!
Peki biz Türkiye’de İnternet ile ilgili bir girişimde bulunacağımız zaman neden cümlelerimizi “.. çoktan yapılmıştır” veya “..geç kaldık” diye bitiriyoruz. Ya bu yazı bundan 15 sene sonra yazılıyor olsaydı?
Bugün veya yarın başladığımız bir projenin bundan 15 sene sonra tüm İnterneti ele geçerecek kadar güçlü bir uygulamaya dönüşmemesi için ne gibi bir sebep bulabiliriz? Hiç bir engel yok.
Rekabet edeceğimiz diğer girişimcilerden başka önümüzdeki tek engel beraber çalışabilme kütürümüzün eksikliği. Buradan yola çıkarak üniversiteler bünyesinde çeşitili kuluçka merkezleri veya girişimci ruh ile özel dernekler kurulduğunu biliyoruz. Fakat kesinlikle yetersiz. Çünkü esas kaynak paylaşımı yapması gerekenler Kobi’ler. Sert siyasi iklim maalesef bunu da imkansız kılıyor – en azından şimdilik. Çünkü Kobi demek insan demek. İnsan demek bir oy, ve O oyu ne pahasına olursa olsun almak için çalışan siyasi mekanizmalar işliyor demek. Böyle bir ortamda iki firmanın bir araya gelip, risk alarak bir girişimde bulunması için amca çocukları veya kayın birader olmaları lazım. Bunu deneyenlerin girişimleri de genellikle işe verilen eforun kalitesini – hiç bir kontrol mekanizması çalışmadığı için – kaybetmesi ile sonuçlanıyor.
Benim bu konuda tavsiye edebileceğim çözüm yolu ise oldukça bilinen bir yöntem. İlk öğretim müfredatına eklenecek veya varolanı güçlendirecek ortak çalışma dersleri. Aklınıza küme çalışmaları gelmesin. Genelde birini kıskanmak veya sıranın yeri değiştiği için huzursuz olan iç dünyanızdan bahsetmiyorum. Spordan bahsediyorum, takım sporlarından.
İş hayatında bizi ileriye taşıyacak olan tüm gerekli becerileri spor yaparken edinebiliriz. Bu becerileri kazanmak için en doğru zamanlama; bedensel ve zihinsel gelişimin henüz tamamlanmadığı yıllarımız. Bu konuda çok ciddi kaynaklar da var. Fakat yazımın hedef kitlesi Milli Eğitim Bakanlığı Müfredat departmanından ziyade (gerçekten varsa yanarız(!)) bacaklarını omuz genişliğinden fazla açamayan meslektaşlarım.
Örneksiz öneri mi olur? ..iki firma bir araya gelip bir projede ortak olmak istiyorsa, öncelikle karma oluşturulacak iki takım ile futbol, voleybol veya basketbol maçı yapmayı denemeli. Eğer O kadar kişiyi masasından kaldırıp bir salona götürebiliyorsanız gerisini düşünmeyin. Sporu seven başkaları ile çalışmayı da sever. Ben elbette bir İnsan Kaynakları uzmanı değilim. Fakat iki gün sırt ağrısı çekmeyi göze alacak kadar kendini spora kaptıran birinin sevdiği bir işte ne kiminle çalışacağı konusunda ne de bir bilgiyi paylaşma konusunda sorun çıkarmayacağını iyi biliyorum.
Ben bir projede başka firmalar ile ortak çalışma konusunda çok iyi deneyimlere sahip değilim fakat şuna inanıyorum ki; güzel veya şans eseri olsun, her gol nasıl skora sadece bir sayı ekliyorsa, ortak başarılmış her görev de ortak çalıma kültürü açısından aynı değere sahiptir. Çünkü beraber çalışabilmek – maçı kazansan da kaybetsen de – başlı başına bir goldür. Ve sezon sonunda sıralamayı etkiler. Hiç bir çaba, hiç bir deneme boşa gitmez.
Yıl 2015 ve biz hala muhasır medeniyetler seviyesinden uzağız. Fakat düşünüyoruz ve yapmak, başarmak istiyoruz. Ve bundan 15 sene sonra neler başarmış olabileceğimizin hayali ile mutlu olabilecek umuda ve inanca sahibiz.
Hepinize iyi 15 yıllar.
THIS BLOG POST IS CURRENTLY UNDER TRANSLATION BY OUR EDITORIAL TEAM.
Leave a Reply